Gündem

 

Fethullahçılığı Destekleyen Amerikan Emperyalizmidir. (*)

 
Devrimci Çözüm Dergisi- Haklıyız Kazanacağız!
 

(*) 2000 yılı Mart ayınında Devrimci Çözüm Dergisi'nin 3. sayısında ilk defa yayımlanan "Fethullahçılığı Destekleyen Amerikan Emperyalizmidir." isimli yazımızı, yaşanan süreçteki güncel öneminden kaynaklı bir kez daha yayımlıyoruz.

 

İsminden sıkça söz edilen Fethullah Gülen, basın organlarında gündemden düşmüyor. Fethullah Gülen’e ilişkin alınması gereken tavır konusunda, Türkiye devleti içinde farklı eğilimler bulunduğundan, Fethullahçıları destekleyen ile karşıtları biçiminde iki ayrı grubun demeçleri gündemden düşmemektedir. Devlet içinde Fethullahçılara karşı tavır farklılığının temel nedeni, Amerika’nın dediklerinden hiç çıkmamaktan yana olanlarla, bu politikanın ilerde tehlike oluşturabileceğini düşünenlerin, zaman zaman Amerika ile denk düşmeyen bir tavrı almaya çalışmalarıdır. Ülkemizde Fethullahçılık konusunda oligarşi içinde yaşanan son dönemdeki tartışmalar Amerikan emperyalizmi güdümlü politikaların, ileriki süreçte, ABD’nin ve Türkiye oligarşisinin denetiminden çıkması durumunda önüne geçilemeyecek zorluklar çıkarabileceğinin görülüp görülmemesi eksenindedir.

 

Fethullah Gülen Kimdir?

 

Gerici örgütlenmelerin genel durumu ya da tarikatların ülkemiz politikalarındaki yeri, geniş çapta ele alınması gereken konular olduğundan, bu yazı çerçevesinde bu noktalara değinmeyeceğiz. Ancak, son dönemin tartışma konularından biri olduğu için, Fethullah Gülen’e ilişkin açığa çıkmış bazı çarpıcı noktalara değinmekte fayda var.

 

Fethullah Gülen ismi Susurluk soruşturmaları sürecinde sıkça geçti. Ve bu soruşturmalarda onun, Abdullah Çatlı ve diğer kontr-gerillacılarla ne kadar yakın ilişkide olduğu dile getirildi. Bunun yanı sıra, 1970’li yıllardan beri başta 7 TİP’linin Ankara Bahçelievler’deki evlerinde katledilmeleri olmak üzere pek çok faşist cinayette tetikçilik yaptığı kanıtlar ve tanıklarla ispatlanan Haluk Kırcı, Fethullah Gülen’in kuryeliğini yapmaktadır. Haluk Kırcı’nın Azerbaycan’da kaldığı dönemde mutemetliğini yaptığı Fethullah Gülen’in evinde saklanması –aslında buna saklanmak demek gerekmiyor, çünkü orada da ABD’nin ve devletin kendilerine verdiği görevleri yerine getirmekteydi- Gülen’in kontrgerilla içindeki fonksiyonlarını da sergilemektedir. Din adına politikada yerini alan Fethullah Gülen’in işlevleri, ister istemez diğer bazı kontrgerilla şeflerinin ve parti liderlerinin de onunla sıkı-fıkı ilişkiler kurmalarına neden oldu. Yukarıda isimlerini yazdığımız Çatlı ve Kırcı dışında, kontrgerilla şeflerinden İbrahim Şahin, Mehmet Ağar da Fethullahçılıklarıyla tanındılar. Hemen her partiye el atan Fethullah Gülen ile çok yakın ilişkiler kuran parti genel başkanlarından biri de Tansu Çiller’dir. Tansu Çiller’in sık sık “Hoca Efendi”sini arayıp “bir emriniz var mı?” sorusunu sormasının nedeni, sadece oy kapma hesapları değildi. İkisinin de devlet politikasında paylaştıkları ortak yanların üst üste örtüşmesi ve her ikisinin de CIA ajanı kimliğiyle Amerikan vatandaşlığı onuruna(!) sahip olmaları bu sıcak yakınlığı doğurdu.

 

Amerikan emperyalizminin politikalarını uyguladığı gibi, aynı zamanda Türkiye oligarşisinin ABD merkezli iç ve dış politikalarıyla uyumluluk taşıyan çalışmaları nedeniyle Fethullah Gülen, kariyer merdivenlerini hızla tırmandı ve “Ben istersem halkı galeyana getiririm” diyebilecek cesareti buldu. Onu kendi politikalarının uygulanması noktasında ön plana sürenler, ona bu tür konuşmaları yapabilecek cesareti vermişlerdi. Patronu ABD’den aldığı cesaretle Fethullah Hoca, cemaatine yönelik hazırladığı video kasetlerinde, “Genelkurmay Başkanı’nın hacca gitmesi, açık namaz kılması” gereği üzerine fetvalar verebiliyordu (25 Ocak 1995). Ve belki de parti liderlerinin bile haberi olmadığı bir anda, “Değişik yerlerden aldığımız sinyallerde, bir kısım askerlerin muhtıra verme temayülleri olduğu söyleniyor. Konjonktür müsait gibi görünüyor” açıklamasını yapabilecek denli, “derin devlet”in içindeydi (8 Ekim 1995).

 

Fethullah Gülen devletin içindeki en gizli faaliyetlerden bile haberdar olabilecek düzeyde işin içindeydi. Yeni Yüzyıl’ın 16 Ocak 1995 tarihli sayısındaki söyleşide Fethullah Gülen, “Her Erzurumlu gibi doğuştan milliyetçi ve biraz da Turancı olduğunu” söyledi. Daha sonraki söyleşilerde bu sözlerini unutturmaya çalışsa da, söz ağızdan çıkmıştı ve faşist kimliğini kendi diliyle ele vermekten kaçınmamıştı.

 

MGK’nın 27 Mart tarihli toplantısına sunulan raporda, Gülen’in “Masum ve devlet yanlısı olarak gösterilen çalışmalarının gerçekte şeriat devleti amaçlayan bir strateji” olduğuna değinildi. Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Gülen’in okullarında irtica propagandasının yapıldığını, irticai temelde eğitim verildiğini anlattı. Bu tür düşüncelerini açıklayanlara en son olarak Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya katıldı ve “İleride Türkiye için en büyük tehlike Fethullah Gülen’dir” açıklamasını yaptı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kimi araştırmalarında da hemen aynı şeyler söylenmesine karşın, devleti temsil edenlerin hiçbiri, Fethullah Gülen’e dokunma cesaretini gösteremedi, çünkü onun sırtını dayadığı gücün Amerikan emperyalizmi olduğunu biliyorlardı ve ABD ile çatışabilecekleri ne güçleri vardı ne de Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişen Amerikan politikalarına karşı durma potansiyelleri. İslam ülkelerindeki dinsel etkinlikleri kendi güdümüne alarak, bunları da YDD politikaları doğrultusunda kullanmayı hedefleyen ABD’nin ajanı Fethullah Gülen, “Kültür düzeyi yüksek, türban takmayan cemaat mensubu bayanların askeri okul öğrencileriyle tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı oluşturacak bir yapılanmaya gidilmesini” öngördü ve ardından da cemaatin “5-7 yıllık bir sürede TSK içerisinde söz sahibi bir konuma yükseleceği varsayılmaktadır” belirlemesini yaptı. Ve cemaat üyelerine şöyle seslendi: “Çalışın, İngilizce öğrenin, amirlerinizle iyi geçinin ve kendinizi saklayın.”

 

Fethullah Hoca’nın cemaat üyelerinin İngilizce öğrenmesini istemesini rastlantısal bir istek değildir, çünkü onun ülkemizde ve yurtdışında kurduğu bütün okullarda İngilizce en önemli derstir. Bunun temel nedeni ise, ABD’nin hazırladığı programı uyguladığından İngilizce öğretmeyi önemsemektedir. Diğer yandan, yurtdışına kurulan okulların inşa edildiği yerler, Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgeciliğini geliştirmeye çalıştığı ülkelerdir.

 

Ecevit Neden Fethullah Gülen’i Destekliyor?

 

Geçmiş süreçte suratına sosyal demokrat maskesi takıp, köylü şapkasıyla popülist gözükerek geniş kesimlerin oylarını kapan Ecevit, işbirlikçi tekelci sermayenin istemlerine bütünüyle yanıt veremeyince hükümetten alaşağı edilmişti. Bu dönemden “derin dersler” alan Ecevit, aynı zamanda Amerikan emperyalizminin politikalarıyla tam anlamıyla uyuşunca, tıpkı Demirel gibi, gelecek vadeden liderler kategorisine alındı ve Amerikan emperyalizminin koruyup kolladığı bir eleman haline getirildi. Ecevit’in son yıllarda yıldızının parlatılarak başbakanlık koltuğuna oturtulmasının perde gerisinde, Amerikan işbirlikçiliğindeki başarısı vardır. Ecevit de ABD’den aldığı cesaret ve güç ile Fethullah Gülen tarikatını NGO (Sivil Toplum Örgütü) olarak tanıtabilecek derecede içli dışlıdır ve onlara verdiği desteği gizlemekten kaçınmamaktadır.

 

Davos’taki toplantıya katılan Ecevit’in ekibi, Başbakanlıkça hazırlanan Türkiye’nin tanıtım broşürünü, katılımcı diğer ülkelerin temsilcilerine dağıttı. Ve bu broşürde, koalisyon hükümetinin, Türkiye NGO’larının Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya bölgelerindeki ülkelerde, Rusya’da, Çin’de… kurduğu değişik seviyedeki okul ve üniversitelere destek verdiği vurgulandı: “NGO’lar (Non Govermental Organizations – Türk vakıfları ve sivil toplum örgütleri) dünya çapındaki faaliyetlerini arttırdılar. 34 ülkede 154 okul açtılar. Üstelik bunlar sadece Türkiye’nin komşularında değil, Tanzanya’dan Kamboçya’ya, Tayland’a, Avustralya, Rus Federasyonu ve Moğolistan’a kadar uzanan birçok ülkede yer aldı.”

 

Dış ülkelerde 154 okul açan Fethullahçıların ülkemizde de yüzlerce okul, dershane, öğrenci yurdu, büyük sermayeli işyerleri kurdukları, gazete ve dergiler çıkardıkları, radyolar ve televizyonlarla seslerini ülke düzeyine yaydıkları bilinmektedir. Ve milyarlarca dolarlık bu faaliyetlerin hiçbirinde Fethullah Gülen’in adı sanı geçmemektedir.

 

Burada akla bir soru gelmektedir: Fethullahçılar tarikatının bu derecede büyük yatırımları yapabilmesine olanak veren maddi kaynak nereden gelmektedir? Bu sorunun yanıtı: Amerikan emperyalizmi ve Türkiye devletinin sunduğu maddi destek ve tanıdıkları geniş olanaklardır. Devlet içinde Fethullahçılara karşı tavır konusunda kısmi bir takım çelişkiler varken, Ecevit’in ona böylece sahip çıkmasının nedeni, her ikisinin de ABD güdümlü olmaları ve işbirlikçilikleridir.

 

Bu arada, konumuzla ilgisi bakımından, birkaç noktaya değinmekte yarar var: Birincisi, Fethullahçıların 34 ülkede 154 okul ve üniversite kurabilecek kadar ne mali gücü, ne de böyle bir politikaları olamazdı. Zaten bunu yapabilecek kadar ufka da sahip değillerdi. Fethullahçıları bu işe teşvik eden ve onların eline, hangi ülkelerde ve ne türden okullar açabileceklerine dair programı ve parayı veren, Amerikan emperyalizmi ile ABD’nin yeni-sömürgesi Türkiye devletidir.

 

İkinci olarak, Fethullahçıların Kosova’dan Kamboçya’ya kadar geniş bir alanda okullar kurmasının diğer ilginç yanı ise, okulların kurulduğu ülkelerin Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgecilik ilişkileri ağı içine alınan veya alınmaya çalışılan ülkeler olmasıdır.

 

Üçüncü bir nokta, 28 Şubat öncesinden beri, tarikatlar ile ilişkilerin nasıl yürütüleceği tartışmaları nedeniyle Türkiye devleti içinde başlayan küçük çaplı sürtüşmenin etkisiyle, Fethullah Gülen hemen kendini ABD’ye attı. Sağlık problemlerinin giderilmesi için tedavi yapılıyor bahanesinin arkasına sığınarak, “anavatanı” ABD’de ikamet etmeye başladı.

 

Dördüncü bir nokta ise, 28 Şubat ekseninde Fethullahçılara ve diğer tarikatlara tavır alındığı, ya da alınacağı vaveylası koparan ve Türk ordusunun tepesindeki çok yıldızlı generaller ile politikacılar, her nedense, irtica propagandası yapıldığını söyledikleri bu okullara yönelik hiçbir işlem yapmadılar. Gerçekten gericiliğe karşı tavır almak gibi bir niyetleri vardıysa öncelikle bunu yapmalıydılar. Ama onlar da biliyorlar ki, bu okulları açtıran Fethullah Gülen değil, ABD’dir. Ve Fethullah Gülen, dolar olarak maaşını aldığı CIA’nın kendisini yükümlendirdiği bütün işleri yerine getirerek, görevine ne kadar bağlı olduğunu ispatladı.

 

Fethullah Gülen, Amerikan emperyalizminin, özellikle de 1990’lı yıllarda üzerinde önemle durduğu, “radikal İslam’a karşı Ilımlı İslam’ı yaratmak” politikalarına uygun davranmaktadır. İslamiyet’in yaygın olduğu ya da Müslümanların belirli bir güç oluşturduğu ülkelerdeki gücünü, YDD çerçevesinde kökleştirmeye çalışan ABD, emperyalizme değil ama kimi emperyalist ülkelere –tabii ki özellikle de ABD’ye karşı- tavır alan ve silahlı mücadeleyi savunan İslamcı kesimlerin etkinliğini kırmak amacıyla “Ilımlı İslam modeli” projesini gündeme getirdi.

 

Kapitalizmle, emperyalistlerle kimi küçük farklılıkları olan İslamcıların içine girilerek, uç noktada tavır alabilecek gerici kesimlerin ılımlılaştırılması ve tam anlamıyla emperyalizmin güdümüne sokulması politikaları gündeme sokuldu. Kabul etmeliyiz ki, sosyalist cephenin yenilgi süreci yaşadığı bir dönemde, geleceğe ilişkin umut ve arayış içine giren bu ülkeler halklarında bu politika azımsanmayacak bir başarı kazandı.

 

Sosyalist ülkelerin kapitalizme dönmesiyle birlikte, geçmişte bu ülkelerle sıkı ilişkiler kuran İslam ülkeleri (Libya, Suriye, Ürdün, Irak, vb.) sıkı bir ablukaya alındı. CIA’nın direkt veya dolaylı yollardan aktardığı maddi olanaklar ve çalışma programıyla harekete geçirilen kişiler, kuruluşlar, kurumlar, vakıflar, sivil toplum örgütleri, basın-yayın kuruluşları, sanatçılar, vb. YDD adı verilen politikayla eşgüdüm halinde çalıştırıldılar.

 

İşte bu noktada Fethullah Gülen de, Amerikan emperyalizminin güdümünde bütün enerjisiyle ihanetini yerine getirdi. Gerek ülkemizde, gerek diğer ülkelerde Amerikan emperyalizminin hazırladığı programı yaşama geçirdi. Bu özelliğinden dolayı, onun yürüttüğü çalışmalar, bu ülkelerdeki gericiliğin pekişmesine, taban kazanmasına katkı sundu. Bu durumu gören ve bazı radikal dinci grupların silahlı mücadeleyi savunma noktasına varmasına tepki gösteren kimi kesimler, anti-şeriatçılık noktasında, Türk ordusunun generalleri arasında da tepki toplayan Fethullah Gülen’e Ecevit’in açıktan açığa sahip çıkmasına kısmi anlamda da olsa çıktılar.

 

Ancak Ecevit, bu tepkilerin hiçbirini önemsemedi, duymak istemedi, duymazlıktan geldi. Ve Mart ayının ilk günlerinde yaptığı Arnavutluk ziyaretinde, Fethullah Gülen cemaatinin sahibi olduğu Gülistan Eğitim Öğretim Şirketi Genel Müdürü İbrahim Aydoğan, Arnavutluk ve Kosova’da 7 addet okullarının olduğunu ve iki bin öğrenci yetiştirdiklerini anlatınca, Ecevit onu tebrik ederken şöyle dedi: “Yine bazı çevrelerce eleştirilmeyi göze alarak tebrik ederim.”

 

Başbakan’ın niçin böyle tavır aldığını anlamak istemeyen kimi burjuva basın organları, Ecevit’i eleştiriyor gibi yaptılar ve Fethullaçılara destek olmaması “ricasında” bulundular. Oysa, bu basın organları da Fethullah Gülen’in işbirlikçi kimliğini, CIA ajanlığını ve Amerikan emperyalizminin programını uyguladıklarını bildikleri halde bilmezlikten gelmektedirler.

 

Üstelik kendilerinin de ABD’nin politikalarına karşı çıkabilecek olumlu karakterleri yoktur. Ayrıca, aslında onlar da bu okulların sayısının arttırılmasından yanadırlar. Ne var ki, 28 Şubat’ın ardından, güya gericilere tavır alınıyor gösterisi yapıldığından, burjuva basın organları da anti-Fethullahçılık rolüne soyundular.

 

Fakat şunu çok iyi biliyoruz ki, 28 Şubat yapay dalgası yaratan ordunun tavrında küçük bir değişiklik olduğu anda, aynı basın organları bu kez yine Fethullah yandaşlığı, tarikatçılık yapacaklar, onları savunacaklardır.

 

Niçin böyle davranacaklarının anlaşılmaz bir yanı yoktur, çünkü sistemin uzun vadede yaşayabilmesi için dinciliğin hortlatılması, gericilerin belirli bir güç potansiyeline ulaşması hedeflenmektedir.