burjuva Partileri Halkın Umudu Olamaz! - Devrimci Çözüm Dergisi
 

BURJUVA PARTİLERİ HALKIN UMUDU OLAMAZ!

 

16 Kasım 2023

 

Sosyal demokrat parti kimliği iddiasında olan CHP, 38. Kurultay’ında “değişim” süreci içine girerek genel başkanını değiştirmiştir. Bu değişimin görünen yönünde 14-28 Mayıs’ta yapılan genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin yenilgisi ve yarattığı hüsran belirleyici olmuş; tüm sorumluluk genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibine yüklenmiştir. Bu durum parti içi çelişkileri açığa çıkararak özellikle Ekrem İmamoğlu öncülüğünde bir süreç başlatılmıştır. Kurultay aracılığıyla parti içi “demokrasi” ve “tek adam” yönetimine son verilmek iddiasıyla; daha genç, daha “yeni düşüncelere sahip”, parti yönetiminde “kolektif” bir anlayışı savunan Özgür Özel ve ekibi yönetime seçilmiştir.

 

“Olay ve olgular görünen yönleriyle açıklansaydı bilime ihtiyaç kalmazdı.” Tam da bu bakış açısıyla, bu değişimin özünü ve arka plandaki gerçek nedenleri ortaya koymak Marksist-Leninist bakış açısının gereğidir.

 

CHP Sosyal Demokrat mıdır?

 

CHP, kuruluşundan bugüne her dönem yaşanan sürece uygun, o sürecin ihtiyaçları doğrultusunda biçimlenen bir parti olmuştur. Sosyal demokrat kimliği de 22. Kongre’de B. Ecevit’in İ. İnönü’ye karşı mücadelesiyle, kurultay delegelerinin çoğunun oyunu alarak genel başkan olduğu dönemdedir. O dönemde “özgürlük, eşitlik, emeğin üstünlüğü, gelişmenin bütünlüğü ve halkın kendini yönetmesi” olarak tanımlanan demokratik sol anlayışını partiye hakim kılmış, Altı Ok’la beraber tüzüğe bu anlayışı da ekleyerek, “demokratik halk devrimciliğini” benimseyen dünyadaki sosyal demokratların oluşturduğu Sosyalist Enternasyonal’e katılma kararı alarak partinin sosyal demokratlığını ilan etmiştir. Peki, neden o dönem? ‘70’lerde devrimci mücadelenin ivmesinin en yüksek, Devrimci Hareketin en güçlü ve toplumsal muhalefetin en yaygın-güçlü olduğu dönemde, sosyal demokrat kimliğe bürünmesi bilinçli olarak tercih edilmiştir. Çünkü oligarşi ve devlet, yükselen devrimci mücadelenin ve toplumsal muhalefetin önüne set olacak, kitlelerin düzene karşı kabaran öfkesini sönümlendirecek bir çizgiye çekilmesini istemiştir. Çünkü konjonktür de buna uygundur.

 

Oysa bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde –kapitalizmin iç dinamiği ile gelişmediği ülkelerde- sosyal demokrasinin bir zemini yoktur. Sosyal demokrasi, özünde sosyalizme karşı bir anlayış olarak, kitlelerin sosyalist ideolojiye kanalize olmasının önüne geçmesi için özellikle 20. yüzyılda Avrupa’da sosyalizme karşı olan kimi düşünürler tarafından ortaya konulan, “sınıflar arası uzlaşmayı” temel alan bir düşünce biçimidir. Bu düşünce, devrim ve sosyalizm yerine parlamenterizmi koyar. Pazar ekonomisini temel alarak emekçilerin çıkarlarını savunurken, diğer sınıfların hakkını yok saymaz. Demokratik özgürlükleri sınıfsal çıkarlara kurban etmeyerek sınıflar arası dengeyi gözetir ve sınıfsal devlet yapılanmasına karşı çıkarak, serbest piyasa ekonomisini savunur. Devletçi yanı da vardır. Devletçi yanı ise özel sektörün yapamadığı yatırımları devletin üstlenmesi gerektiği yönündedir.

 

Yukarıda saydığımız bu anlayış, burjuva demokrasisinin var olduğu ve kapitalizmin iç dinamiği ile geliştiği ülkeler için geçerlidir. Ülkemiz gerçekliğinde bu anlayışın herhangi bir partide cisimleşme koşulları yoktur. Kendilerine sosyal demokrat diyen hiçbir partinin sosyal demokratlıkla bir ilgisi yoktur, olamaz da.

 

Özellikle içinde bulunduğumuz mevcut süreçte, yani, devrimci mücadelenin ivmesinin düşük, toplumsal muhalefetin zayıf olduğu bu koşullarda “sosyal demokrasinin” varlığını sürdürerek iktidar olması eşyanın tabiatına aykırıdır. (14-28 Mayıs seçimlerinde CHP’nin yenilgiye uğraması, iktidar olamaması tam da bu nedenledir.)

 

Bu arada bir parantez açmak gerekirse; ekonomik krizin en yüksek düzeyde yaşandığı, açlık, yoksulluk ve işsizliğin çok yoğun olduğu, Erdoğan iktidarının faşizan yönetimi, yolsuzluğu, gerici bir devlet yaratma çabaları kitlelerde, iktidarın değişeceği “algısını” yaratarak bir yanılgı içine sokmuştur. CHP ve diğer muhalefetin seçimi kazanıp iktidara geleceği yanılgısını biz de yaşadık. Oysa Devrimci Hareketin, devrimci mücadelenin, toplumsal muhalefetin yani bir bütün olarak solun güçlü olmadığı dönemlerde “sosyal demokratlara” herhangi bir rol verilmeyeceğini görme konusunda eksik kaldık.

 

CHP Neden Sağcılaştı?

 

Seçim yenilgisinin bir sebebi de özellikle “değişimciler” tarafından da dile getirilen CHP’nin sosyal demokrat çizgisinden sapıp, sağcı bir çizgiye yönelmesi olmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi CHP, her dönemin ihtiyacına göre biçim alan bir partidir.

 

Konjonktürel olarak dünya ölçeğinde yaşanan ekonomik kriz, gerek emperyalist ülkeler gerek bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde, sistemin gerici yüzleri öne çıkartılarak –oluşabilecek tepkileri bastırmak ve ülkeyi yönetmek için- sağcı ve faşist partiler iktidara taşınmıştır. Bu durumun ülkemize yansıması da 20 yıldır iktidarda olan sağcı ve gerici AKP hükümetinin devamını gerekli kılmıştır. CHP de bu durumdan vazife çıkararak sağcı bir çizgiye yönelmiştir. Tıpkı geçmişinde olduğu gibi… 1950’lerde seçim yenilgisi alıp Demokrat Parti’nin iktidar olması sürecinde kendi politik çizgisinden (devletçilik, halkçılık, devrimcilik, cumhuriyetçilik, vd.) saparak, kendisini iktidarı kazanan partiye benzeterek sağcılaşmayı temel almasında olduğu gibi… 14-28 Mayıs seçimleri öncesi son 3 yıl içinde Millet İttifakı adı altında sağcı partilerle kurduğu ittifakla –bu partilerin çoğunu bünyesine alarak- partiyi sağcı bir çizgiye götürmenin oy kazandıracağı(!) düşüncesi, CHP’nin “sosyal demokrat kimliğiyle” çelişmiş ve parti içi çatışmaları ortaya çıkarmıştır.

 

Değişen CHP Halka Umut Olur mu?

 

"Değişimciler" neden yönetime geldi? Sağcılaşarak seçimden yenilgiyle çıkan CHP, kitlelerde derin bir umutsuzluk, karamsarlık ve parlamenterizme karşı bir güvensizlik yaratmıştır. Bu güvensizlik –oy vermeme tepkisiyle- daha da derinleşip, devlete ve oligarşiye yönelecek korkusuyla kitlelerde yeni bir “umut” olabilecek “yeni bir CHP” yapılandırması sürecine girilmiştir. Bu yapılandırmanın bir nedeni de mevcut süreçte oligarşi içi çelişkilerin hat safhaya çıkması ve içindeki kimi kesimlerin kendi temsiliyetlerinin CHP içinde yönetimde yer almasını sağlamaktır. (Oligarşi içi bu çelişkilerin yarattığı durum sadece CHP’de değil, diğer partiler ve devletin tüm kurumlarında da –yargıda yaşanan son durum- yaşanmaktadır.) 38. Kurultay, bunun zeminini oluşturmuştur. Bu zeminin öznesi olan “değişimciler” de “yeniden sosyal demokrat” kimliği keşfederek, “sol” söylemlerle kurultayda yönetime seçilmiştir.

 

Bu yeni yönetimin en önemli misyonu, AKP iktidarının gerici, faşist politikalarına karşı kitleleri “sokağa çıkarma”(!) sözü-söylemi olmuştur. Peki bu “sokağa çıkarma” söylemi neye ve kime hizmet edecektir? CHP bir kez daha “Karaoğlan çizgisine” bürünerek kitlelerde oluşan öfkeyi, tepkiyi sönümlendirme misyonunu mu üstlenecektir? Ya da yerel seçimlerde CHP’ye kazanma “şansı” verilerek, yerel yönetimlerle mevcut hükümet arasında “düzen içi bir denge” mi oluşturulmak istenmektedir? CHP’deki değişim, 2028 genel seçimlerine bir hazırlık mıdır? Tüm bu soruların yanıtları ister olumlu isterse olumsuz olsun, hiçbiri halkın yararına ve çıkarına olmayacaktır; sadece ve sadece söylem ve yaptıklarıyla kitlelerin tepkilerinin açığa çıkmasına engel olacak ve bu tepkileri nötralize edecektir. Yani CHP, hiçbir zaman halkın umudu olmamıştır, olamaz da!..

 

Toplumsal çelişkilerin derinleştiği, baskı ve sömürünün her geçen gün arttığı, kitlelerin giderek karamsarlığa ve umutsuzluğa düştüğü koşullarda gerici, köhnemiş, yoz düzene karşı CHP ve diğer burjuva partiler umut olamaz. Halkın tek umudu devrim ve sosyalizmdir. Bunun da yolu Devrimci Hareket önderliğinde örgütlenmek ve mücadele etmektir.