Dünya

 

 
Zafer Direnen Filistin Halkının Olacak!- Haklıyız Kazanacağız!
 

1 Kasım 2023

 

Filistin Halkı Boyun Eğmeyecek!

 

Direniş Sürüyor…

 

 

Tüm olgular, olaylar ve şeyler içinde bütün ve parça ilişkisini birlikte taşır. Parçayı bütünden koparıp tek başına ele almak ve olayları/olguları bu yönteme göre değerlendirmek Marksist-Leninist bir yöntem değildir ve doğru sonuçlara götürmez. Bunun sonucunda da yanlış politikalar ortaya konulur.

 

İsrail ile Filistin arasında sürmekte olan savaş bugün ortaya çıkmış yeni bir durum değildir. Yüzyıla yakın bir süredir Filistin halkı emperyalizme ve İsrail devletine karşı kendi ulusal kurtuluş mücadelesini vermektedir.

 

Olaylara bakış açımız Marksizm – Leninizm gereği tarihsel ve sınıfsal olmak zorundadır. Günümüz koşullarında yaşanan Filistin-İsrail savaşını da bu temelde ele almak durumundayız.

 

Konjonktürel olarak baktığımızda bu savaş-direniş neden ve hangi koşulların ürünüdür?

 

Emperyalizm, üretimin yoğunlaşarak sermayenin birikmesi ve daralan pazarlar sonucu bu sermayenin artı-değere dönüşememesi sonucu sürekli kriz içindedir ve bu kriz yapısaldır. Sistemin dünya ölçeğindeki krizi eşitsiz gelişim yasasına bağlı olarak her ülkede aynı düzeyde değildir. Doğal olarak sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinde de bu kriz farklı yaşanmaktadır. Emperyalist ülkelerin aralarındaki çelişkiler de bu eşitsiz gelişim yasasının oluşturduğu farklılıktan kaynaklanmaktadır. Bu çelişkiler ve yaşanan derin krizler bir Pazar sorunu oluşturmaktadır. Bu pazarları elde etmek ve krizi aşabilmenin yolu savaşlardır. Bugün gerek Ortadoğu gerekse de dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan bölgesel ve düşük yoğunluklu bütün savaşlar ve işgaller bu nedenle yaşanmaktadır. İsrail ile Filistin arasında yaşanan savaş-direnişin temel nedeni de budur.

 

Savaşın temel nedeni yukarıda belirttiğimiz şekilde olsa da diğer nedenler özellikle Ortadoğu’nun jeopolitik, stratejik ve enerji kaynakları başta olmak üzere ekonomik, siyasi ve askeri avantajları bu savaşın çıkmasında bir kez daha önemli bir rol oynamıştır. Bir diğer neden ise Ortadoğu coğrafyasının emperyalistlerin kendi aralarındaki güç savaşının bir alanı olmasından kaynaklıdır.

 

Bu güç savaşının en önemli unsurlarından biri olan ABD emperyalizmi, her dönem Ortadoğu’ya yönelik farklı politikalar uygulamış ve bölgede egemenliğini sürdürmek ve dengeleri kendi lehine çevirmek istemiştir. 1948’de İngiltere ve ABD emperyalizminin bölgede İsrail devletini oluşturmaları da bu politikanın bir sonucudur. (Kurulan İsrail devletinin misyonu ABD emperyalizminin güvenliğini sağlayacak bir karakol devlet olma niteliğindedir.) Ancak bu devletin oluşumu Filistin topraklarının işgali sonucu gerçekleştiği için o günden bu yana Filistin halkının işgalci İsrail devleti ve emperyalizme karşı meşru ve haklı direnişi de sürmektedir.

 

Sosyalist sistemin fiziki olarak çöküşü sonrası bu dengeler alt-üst olmuş, yeni pazarlar ortaya çıkarak emperyalistler arası çelişkiler farklı bir biçime bürünmüştür. Dünyada kendi imparatorluğunu ilan eden ABD emperyalizminin yeni palazlanan Rus emperyalistleriyle aralarındaki çelişki ve çatışmalardan kaynaklı hegemonyası sarsılmış ve yeni dengeler kurmak için yeni politika arayışlarına girmiştir. Özellikle ABD emperyalizminin askeri kurumu biçiminde örgütlenmiş NATO, yeni düşman arayışı içinde olmuş ve kendisine yeni düşman olarak fundamentalistleri belirleyerek Afganistan ve Irak işgalini gerçekleştirmiştir.

 

Yine bu denge kurma arayışı doğrultusunda başlatmış olduğu en önemli politika Ilımlı İslam Politikası olup, tüm ülkeleri bu politika çerçevesinde biçimlendirmeye çalışmıştır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da uyguladığı ve adına “Arap Baharı” denilen işgal ve savaşlar ve bu sürecin politik olarak açılımı olan “Büyük Ortadoğu Projesi” de bunun sonucudur.

 

Tüm bu politikaların uygulayıcısı olarak geçmişte radikal İslamcı olarak gördüğü Müslüman Kardeşler Örgütü’nü bulundukları her ülkede işbirliği içinde reforme ederek Ilımlı İslam Politikası'na uygun bir örgütlenme haline getirmiştir. (Ayrıca emperyalizm ve gerici iktidarların birlikte oluşturduğu Işid gibi radikal dinci bir örgüt oluşturularak, “İşid ile mücadele” adı altında bölgeye fiziki olarak yerleşmenin zemini yaratılmıştır.) Tam da bu süreçte Filistin topraklarında Marksist-Leninist örgütlenmelerin güç kaybetmesi sonucu ortaya çıkan boşluğu İsrail devleti ile birlikte kurduğu Hamas örgütüyle doldurmuştur. (Çünkü İsrail devletinin yeni bir düşmana ihtiyacı vardır. Ve Hamas da bu misyonu üstlenmiş olanı Filistin halkının çıkarlarını savunmayan gerici nitelikte bir örgütlenmedir.)

 

Bütün bu denge arayışı politikaları çerçevesinde Kürtlere de özel bir rol biçilmiştir. Bu rol, İsrail’in yerine geçme rolüdür. Yani; tüm Ortadoğu’da ABD emperyalizminin çıkarlarını koruyan bir karakol devlet olma rolüdür. Bunun zeminini de "İşid’e karşı mücadele" rolünü üstlendirme ile gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ne var ki ABD, bölgede yaşadığı yenilgi sonucu bunu gerçekleştirememiştir. Ayrıca işgal ettiği, savaş çıkarttığı Afganistan, Irak, Suriye, Libya, vd. birçok ülkeden çekilmek zorunda kalmıştır. Sadece Kürtlerin yaşadığı Irak ve Suriye’de askeri üstler kurarak, bölgede fiziki olarak varlığını sürdürebilmiştir. (Ayrıca yenildiği birçok ülkede direkt kendi askeri ile değil, bir tür vekalet savaşı yürüterek başka ülkeleri savaşa dahil ettiği bir savaş yürütmüştür.)

 

Kurulmak istenen dengelerin çökmesi yeni bir dizayn etme arayışını da beraberinde getirmiştir. Emperyalistler arası ilişkileri yeniden düzenleme gereği bölgede, aralarında çatışma ve savaş olan ülkelere yönelik daha “ılımlı ve barışçıl” bir hava estirmek istemiştir. (İsrail – S. Arabistan ilişkisi, Yemen’de ateşkesin sağlanması, Çin’in İpek Yolu Projesi, Karabağ’ın Azerilere bırakılması, vb.)

 

Ortadoğu yeniden dizayn edilmek ve yeni dengeler kurulmak istense de özellikle ABD emperyalizminin bölgede güç kaybetmesi ve yaşanılan ekonomik–siyasi krizler sonucu bu “barışçıl” hava sona ermiş ve yeni bir savaşa ve işgale ihtiyaç doğmuştur. (Mevcut süreçte yaşanan bu savaşlardan bir diğeri de Ukrayna-Rusya savaşıdır. Özellikle ABD ve AB emperyalizmi Ukrayna üzerinden bir vekalet savaşı yürüterek Rus emperyalizmi ile savaşmaktadır.) ABD, Ortadoğu’da kaybettiği gücü yeniden kazanmak ve egemenliği ele geçirmek için, giderek zayıflayan ve her zaman destekçisi olduğu İsrail devletini güçlendirip Ortadoğu’daki “ileri karakol devleti” konumuna getirmek istemiştir.

 

Filistin’de iktidara taşınan Hamas, ılımlı İslam Politikası'nın iflasıyla birlikte kendi sonunun geldiğini görerek kendini yaratanların denetiminden çıkıp, Rus emperyalizmi ve İran gibi ülkelerle (her ne kadar Sünni mezhebinde olsa da, Şii mezhebindeki İran’la düşman gibi görünse de, ABD emperyalizmi ve İsrail’e karşı ortak çıkarlar doğrultusunda –var olma ve bölgede ABD emperyalizminin etkisini kırma- temelinde) bir işbirliği içine girmişlerdir.

 

Hamas, iktidarda bulunduğu zaman içerisinde tam bir diktatöryal yönetim kurarak, 2007’den bu yana hiçbir seçim yaptırmayarak, baskıcı ve zorba yöntemleriyle, “şeri devlet” kurallarıyla yönetirken, yaptığı hırsızlığın, yolsuzluğun faturasını Filistin halkına çıkartarak, halkı açlık ve sefalete mahkum etmiştir. Tüm bu nedenlerle iktidarı sarsılmakta ve halkın protestolarıyla karşılaşmaktadır. Sarsılan iktidarını elinde tutmak ve “var olmak” için böylesi bir saldırıyı gerçekleştirerek yeni bir savaşın fitilini ateşlemiştir.

 

İsrail devletinin gerici-faşist Netanyahu hükümeti de İsrail halkına yönelik uyguladığı faşist-baskıcı politikalarla, yaptığı hırsızlık, yolsuzluk gibi suçlardan yargılanıyor olması ve yaşanan ekonomik ve siyasi krizin faturasını halka çıkartmasıyla tıpkı Hamas gibi aynı durumu yaşamış ve aylarca protestolara maruz kalmıştır. Sarsılan iktidarını korumak ve bu süreci aşmak için bu savaş Netanyahu hükümeti için de bir nefes borusu işlevi görmüştür. Oysa İsrail halkı bu savaşa karşı olup, gerici-faşist iktidarı desteklememekte ve bir an önce bu savaşın bitmesini istemektedir.

 

Yukarıda sayılan nedenleri yok sayıp, Siyonist İsrail devletinin Hamas’ı yok etme savaşını dinsel olarak temellendirip “Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaşmış” gibi göstererek, “Müslüman Hamas’ı desteklemek” tam da hem emperyalistlerin hem de gerici-işbirlikçi devletlerin ekmeğine yağ sürmektir. Oysa, Filistin halkına tam bir soykırım uygulanarak, tehcir politikasıyla kendi topraklarından sürgün edilip, vatanı elinden alınmak istenmektedir.

 

Yaşanan bu savaş, dinler arası bir çatışma olmadığı gibi bilinçli olarak halkları birbirine düşürmenin, dini duyguların yükseltilerek bir araç olarak kullanıldığı emperyalist bir politikadır.

 

Neden ve sonuç ilişkieri bağlamında ortaya çıkan sonuç, Filistin halkının savaşı-direnişi meşru ve haklıdır.

 

Filistin-İsrail savaşında Türkiye oligarşisi ve iktidardaki temsilcisi Erdoğan hükümeti, geçmişte olduğu gibi ikiyüzlü ve gerici bir politika izlemeye devam etmektedir. Dün olduğu gibi bugün de Filistin halkına dost görünmeye çalışırken diğer taraftan özellikle son süreçte “normalleşme” adı altında İsrail ile kurduğu iyi ilişkilerin zarar görmemesi için iki yönlü bir politika izlemiştir. Önce “itidal” çağrısında bulunup, sonrasında ise ekonomik, siyasi ve askeri herhangi bir ilişkisini koparmadan İsrail’i "savaş suçlusu" ilan etmiştir. İç politikaya yönelik söylemlerinde ABD emperyalizmi karşıtıymış gibi bir izlenim yaratan Erdoğan iktidarı, savaşın başlangıcında “arabuluculuk”, “garantörlük” vb. boyunu aşan işlerde yer alabilecek bir güçte(!) imiş gibi kendini göstermeye çalışsa da sömürüldüğü emperyalistler tarafından sesi kısılmış, kendi hitap ettiği tabanın dayatmasıyla Hamas’tan yana net tavrını ortaya koymuştur. Bu durum bir kez daha göstermiştir ki Filistin halkının dostu hiçbir zaman ne oligarşi olmuştur ne de onun temsilcileri… Filistin halkının gerçek dostu Türkiye halklarıdır. Halkların özgür, eşit ve demokratik bir yaşama kavuşmaları, gerici-faşist örgütlenmeler ve iktidarlarla değil, kendi direniş ve mücadeleleriyle olacaktır.

 

Ortadoğu’da halklar özgür ve eşit bir temelde bir araya gelmedikçe ve ortak bir mücadelede örgütlenmedikçe, barış içinde özgürce yaşama konusunda kendi iradeleriyle karar vermedikçe Filistin sorunu çözülemeyecek, emperyalizmin bölge üstüne politikaları da son bulmayacaktır.

 

Emperyalizmi ve tüm gerici-faşist iktidarları yok edecek, insanın insanca ve özgürce yaşayacağı sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir sistem kurmak elbette Filisin ve İsrail halkının ortak mücadelesinden geçecektir.

 
 

Kahrolsun Emperyalizm, Siyonizm ve Her Türden Gericilik!

 

Yaşasın Halkların Kardeşliği! Yaşasın Enternasyonalist Dayanışma!

 

Zafer Direnen Filistin Halkının Olacak!