Dünya

 

 
Avrupa'da Yaşanan Gelişmeler ve Faşist Partilerin İktidara Gelişi…- Haklıyız Kazanacağız!
 

20 Aralık 2023

 

AVRUPA’DAKİ GELİŞMELER VE FAŞİST PARTİLERİN İKTİDARA GELİŞİ…

 

 

 

“Emperyalizm, “tekelci devlet kapitalizmi”dir. Mali sermayenin, bütün iktisadi ve siyasi yaşama egemen olmasıyla, tekellerle devlet iç içe girmiştir. Diğer yandan, dünyanın gerek pazar, gerek toprak bakımından paylaşılmasının tamamlanmış olması kapitalizmi pazar bunalımına sokmuştur. Bu bunalım, onun son ve genel bunalımıdır. Ekonomik temeldeki bu gelişme siyasal üst yapıya da siyasal gericilik olarak yansır.

 

(…)

 

“Faşizmin ayırt edici niteliği, tekelci burjuvaziye dayanması ve onun açık terörcü diktatörlüğü olmasıdır. DİMİTROV, faşizmi, “tekelci kapitalizmin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.” diye tanımlar” (Haklıyız Kazanacağız, Cilt-2, sy. 667-668).

 

Yaşanan konjonktürde dünyanın birçok ülkesinde iktidara sağcı-gerici ve faşist partiler taşınmıştır. Özellikle burjuva demokrasisinin var olduğu çoğu Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde seçimlerde bu partilerin iktidara gelmesi, “Avrupa’yı demokrasinin beşiği” görenlerde hayal kırıklığı yaratmıştır. Burjuva demokratik devrimi sonucu “insan haklarına saygılı”, “sosyal ve hukuk devleti” olan ülkelerde refah düzeyi de yüksekti. Gerek kendi halkının gerekse de ülkesine gelen “yabancı”, “göçmen”, “mülteci” vd. tüm kesimlere ülke zenginliklerinden pay aktarmasıyla (bu kaynaklar bizim gibi ülkelerin sömürülmesiyle elde edilen kar kaynağıdır) bunu sağlamaktadır. Burada bir parantez açmakta yarar görüyoruz. Emperyalist ülkelerin sosyal devlet anlayışını benimsemelerine, o günkü konjonktürel süreçte Sosyalist Blok’un özellikle de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin varlığı neden olmuştur; Sosyalizm düşüncesinin tüm dünya halklarını etkisi altına almasından duyulan korku nedeniyle, kitlelerin refah düzeyi arttırılarak bu düşünceye kanalize olmasının önünü kesilmiştir.

 

Ne var ki özellikle ’89-‘90’larda Sosyalist Blok’un dağılmasıyla birlikte “insan haklarına”(!) saygılı “sosyal devlet” olan emperyalist AB ülkeleri, yaşanan yapısal ekonomik krizlerden de dolayı bu durumundan hızla uzaklaşmıştır. Kitlelerin kan ve can bedeliyle kazandıkları tüm hakları yavaş yavaş elinden alınmış – hatta gasp edilmiş- ve sosyal devlet anlayışından hızla uzaklaşarak gerici, köhnemiş ve yoz bir düzen olan emperyalizm gerçek yüzünü göstermiştir.

 

“Çürümüş tekelci kapitalizm” olan emperyalizmin krizi yapısaldır. Her süreçte farklı olgular-şeyler bu krizi derinleştirmektedir. Bu krizi aşmanın yöntemi de her dönem savaşlar olmuştur. Özellikle bu süreçte savaşlarla birlikte göçler ve halklarda şoven duygular arttırılmıştır. (Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan işgaller ve düşük yoğunluklu savaşlar sonucu göçler devam ederken, Ukrayna ve İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü savaş sonucu göçler daha da artmıştır.)

 

Ayrıca AB emperyalizminin içinde bulunduğu kriz, halklarda güvensizlik, gelecek kaygısı, düş kırıklığı, maddi yaşamda yaşanan baş aşağı gidiş ve daha da büyük oranlara varacağı söylenen işsizlik tehdidi uygun koşullarla da birleşince, halkın önemli bir kesiminin, faşist hareketlerin demagojik etkisine girmesine neden olmuştur. Ulusal ve uluslararası planda, bugüne kadar hükümetler nezdinde açıktan savunuculuğu yapılmasa da geliştirilen politikalarda milliyetçiliği, ırkçılığı görmek mümkündür. Emperyalist ülkeler, Nazi artığı faşistlerle yabancılara, yeni yaratılan düşman Müslümanlara, diğer ezilen halklara ve kendi ülkelerindeki sol potansiyele faşizmin ayak sesleri hatırlatılarak “demokrasi” içinde boyun eğmelerinin ne kadar akıllıca bir iş olacağını göstermeye çalışmışlardır.

 

Tüm bu gelişmelerden, faşizmin, “Demokrat Avrupa’da” kapıda tehlike olduğu sonucuna geçmişte varılmasa da, “faşizm, metropollerde burjuvazinin en son başvuracağı yöntemdir” diye düşünülse de, finans kapitalin elinin altında bulunan bu faşist hareketler-partiler, bugün sistem tarafından birçok ülkede iktidara taşınmıştır.

 

Son örneği Hollanda’da yaşanan, seçimlerde en çok oyu alan faşist parti, Özgürlük Partisi (PVV)’dir. Bunun yanı sıra İspanya, İtalya, Macaristan, Finlandiya, vb. ülkelerde de iktidarda oldukları gibi… “Demokrasinin beşiği” Fransa ve Almanya’da Le Pen ve AfD gibi faşist partiler de kitleler içinde ciddi bir oranda örgütlenmekte ve meclislerinde kendilerini bir biçimde temsil etmektedir.

 

Özellikle “Avrupa Solu’nu” temsil eden solcu ve sosyal demokrat partilerin (SPD, Yeşil Sol, LFI ve NUPES, vb), Ukrayna savaşı ve Filistin direnişinde takındıkları “Kautskyci” tavırları ve uyguladıkları ekonomik politikalarla krizin faturasını halka yüklemeleri, kitleleri kendilerinden uzaklaştırmış ve gerici-faşist partilere yanaşmalarına, seçimlerde onlara oy vermelerine neden olmuştur.

 

Tüm bu gelişmeler sadece emperyalist ülkelerde yaşanmamıştır. Arjantin ve bizim gibi diğer yeni-sömürgelere de yansıyarak, kriz ve savaşlar sürecini, gerici-faşist iktidarlarla yönetmeye çalışmışlardır.

 

Emperyalizm, kendini yeniden üretmek ve sistemin bekasını sağlamak için her dönem, içinde bulunduğu koşullara uygun ekonomik ve siyasal politikaları hem kendileri, hem de bizim gibi yeni-sömürge ülkeler için oluşturmaktadır. Kimi dönem “sol-sosyal demokrat partileri” kimi dönem de –tıpkı bugün olduğu gibi- gerici-faşist partileri iktidara taşımıştır.

 

Özellikle Sosyalist Blok’un yıkılmasından sonra, sınıfsal ve ulusal mücadele veren devrimci ve yurtsever örgütlenmelerin tasfiyeci bir anlayışla devrim ve sosyalizm hedefinden uzaklaşarak, Leninist örgütlenmeyi ve silahlı mücadeleyi tasfiye ederek, sağcı-reformist bir anlayışla davranmasıyla (var olan ML örgütlenmelerin de mücadelesinin ivmesinin zayıfladığı mevcut süreçte), karşısında kendisine geri adım attıracak, politikalarını boşa çıkaracak bir güç bulamayan emperyalizm, bu kadar pervasız davranarak bu politikaları hayata geçirmektedir.

 

Sonuç Olarak;

 

“Emperyalizm proleter devrimler çağıdır.”; Çürümüş-köhnemiş bir düzen olan emperyalist-kapitalist sistemin krizi yapısal olduğundan, kendini yeniden üretmek için hangi politikaları uygularsa uygulasın, hangi gelişmeler yaşanırsa yaşansın -ne savaşlar ne de sağ-sol iktidarlarla- sistem, krizini aşamayacak ve devrimci hareketlerin öncülüğünde, gerçek sosyalistlerin öncülüğünde halkla birlikte emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine (oligarşiye) karşı örgütlenip mücadele ederek, emperyalist-kapitalist sistemi yok edecek, sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratacaktır.